Virginia Woolf - Deniz Feneri

“Kadınların yazmayı beceremediğini, resim yapmayı beceremediğini” (s. 215) söylüyor İngiliz yazar Virginia Woolf’un Deniz Feneri romanındaki karakterlerden biri. Böyle bir düşünceyi karakterlerden birinin dilinden aktaran İngiliz yazar Virginia Woolf bir kadın ve modernist edebiyatın önemli isimlerinden biridir. Kitapta kadının toplumdaki yeri ve ona biçilen rol üzerinde çokça duruluyor.

Deniz Feneri, Virginia Woolf’un en önemli eserlerinden biridir. Kitaba başlamadan önce ilk sayfalardaki yazarla ilgili kısa bilgileri okumayı sevenler, İngiliz yazarın “bilinç akışı” tekniğini etkin kullanan isimlerden biri olduğunu öğreneceklerdir. Bu nasıl bir tekniktir sorusuna ise kitabın ilk sayfalarından başlayan ve roman bitene kadar devam eden bir uzun bir cevap var.

Roman, Ramsay ailesi ve arkadaşlarının İskoçya’da bir adadaki evlerini ziyareti ile başlıyor. Mr. ve Mrs. Ramsay’in sekiz çocuğu var. Ayrıca evde misafirleri Lily Briscoe, Mr. Bankes gibi kişileri görüyoruz. Romanda çok az aksiyon ve diyalog var. Ancak baştan sona bu karakterlerin iç monologlarını okuyoruz. Roman karakterlerinin düşüncelerini, çoğu zaman biri birine söyleyemediklerini, kıskançlıklarını, hırslarını, kızgınlık ve endişelerini bu iç monologlardan öğreniyoruz. Bilinç akışı tekniğinin bir örneği.

Roman üç bölümden oluşuyor. Deniz fenerine gitme konuşmalarının odağında yapılan çok az diyaloğun olduğu birinci bölümün merkezinde Mrs. Ramsay var. Sekiz çocuk annesi, güzel bir kadın ve evdeki bütün işleri çekip çeviren biridir aynı zamanda. Güzelliğinin farkında ve çoğu zaman da insanları etkilendiğini biliyor.

“Güzelliğini bir meşale gibi yanında taşıdığının ister istemez farkındaydı, girdiği her odaya onu da dimdik taşıyarak giriyordu; ve sonuçta, ne kadar üstünü örtmeye çalışsa da, sürekli taşımanın getirdiği tekdüzelikle ne kadar donuklaşsa da, güzelliği ortadaydı.” (s. 48)

Evdeki işleri düzene koymaya, çocuklarının, kocasının mutluluğu, misafirlerin huzuru, işlerinin en başında geliyor. Bir de buna genç iki kişinin evlenmesi için bir araya getirme ve hatta Lily Briscoe’nun (30 yaşını geçmiş bekar) Mr. Bankes ile arasını yapmaya çalışmasını ekleyebiliriz. Herkesi mutlu etmeye ve her şeyi mükemmel yapmaya çalışan bir kadın. Ancak bazen yaptıklarının yetersiz olduğunu, eksik kaldığını da düşünmekten kendini alamıyor.

Bunu Mrs. Ramsay’in iç konuşması, düşüncelerinden okuyoruz: “...insan ilişkilerinin yetersizliğini, en mükemmel olanın bile eksik kaldığını, gerçeğe ulaşma içgüdüsüne ve kocasını çok sevmesine rağmen bu ilişkilerin sorgulanmaya dayanamadığını hatırlamanın acı verdiği anda; tam içine kapanmışken, layık olmama suçuyla mahkûm edildiğini, bu yalanlar, bu abartmalar yüzünden işlevinin engellendiğini hissetmenin acısını çekerken...” (s. 46)

Bu karamsar duygulara çoğu zaman onu aşırı tepkileri ile üzen bencil kocası sevk ediyor. Ancak buna rağmen o çocuklarını çok seven bir annedir. Hatta onların hep çocuk kalmasını isteyecek kadar, çocuk sevgisi çok olan bir kadındır. “Neden, ..., bu kadar çabuk büyümek zorundalar? Neden okula gitmeleri gerekiyor? Keşke hep bir bebeği olabilseydi. Kucağında bir bebek varken dünyanın en mutlu insanı oydu.” (s.67) diye düşünür Mrs. Ramsay.

Geleneksel bir anne rolünü biçmiş yazar Mrs. Ramsay’e. Eşini çok seven, çocukları ile ilgilenen bir anne ve ev kadını. Mr. Ramsay ise davranışları ile onu kırıyor, incitiyor. Ancak daha sonra eşinin çevresinde dolanarak durumu düzeltmeye çalışan bir kocadır da. Sonunda ikisi bir yürüyüşe çıkıyor ve yeniden araları düzeliyor.

Mr. Ramsay her ne kadar bazen yalnızlığı, tek kalmayı istese de kendisini buna hakkı olmadığı konusunda uyarıyor: “Bazen düşünüyordu da, oralarda bir yerde, küçük bir evde, tek başına -düşüncesini yarıda keserek içini çekti. Buna hakkı yoktu. Sekiz çocuk babası bir adamsın diye hatırlattı kendine. Tek bir şeyin bile değişmesini isterse, canavarın, aşağılık adamın teki demekti. Andrew ondan daha iyi bir adam olacaktı. Annesi, Prue'nun güzel bir kadın olacağını söylüyordu. Onlar sayesinde sular biraz durulurdu. Genel olarak iyi iş başarmış sayılırdı -sekiz çocukla.” (s. 78)

Mr. Ramsay, felsefe üzerine yazılar yazıyor ve dersler veriyor. İç konuşmalarından kendisini önemli bir olarak gördüğü anlaşılıyor. “Karısının kitap okuyuşuna baktı. Çok huzurlu görünüyordu, okurken. Herkesin çekip gitmiş, ikisinin yalnız kalmış olduğunu düşünmek hoşuna gitti. Hayatın bir kadınla yatağa girmekten ibaret olmadığını düşünerek, Scott ile Balzac'a, İngiliz romanıyla Fransız romanı konusuna geri döndü.” (s. 132)

Sekiz çocuklu aile ve misafirlerinin birlikte bir gece yemek yemesi ile başlayan romandaki ev, ikinci bölümde tamamen boştur. Buraya kimse uğramaz. Ya da uğrayamaz. Savaş vardır. Aradan on yıl geçer ve ailenin hayatta olan üyelerinden bir kaçı adaya, eve gelir. Şimdi ise 10 yıl önce bir resim yapmaya başlayan Lily Briscoe’nun bu resmi sonunda bitirme çabasını görüyoruz. Evi, adayı, Ramsay ailesini adeta gözleyen, ışığıyla tarayan deniz fenerine bir yolculuk yapılır.

Üçüncü bölümde bir yandan Mr. Ramsay ve çocukları deniz fenerine bir yolculuğa çıkarken, Lily Briscoe da içinde Mrs. Ramsay’den iz taşıyan resmi yapmaya çalışıyor. Şimdi daha çok Lily’nin, kırk yaşını geçmiş bekar bir kızın iç monologları ve dünyasına eşlik ediyoruz. Lily, Mrs. Ramsay’in tam zıttı bir karakter. Evlenmemiştir, çocuğu yoktur, Mrs. Ramsay’e biçilen anne ve bir eş rolü yoktur. İki farklı karakter ve Lily içten içe Mrs. Ramsay’i kıskanıyor. Belki de onun yerinde olmak istiyor.

Kitabın arka kapağında ise bu eserin Woolf’un otobiyografik bir romanı olma niteliği taşıdığını ve İngiliz yazarın kendi çocukluğuyla uzlaşması olduğu bilgisi yer alıyor. Ayrıca Deniz Feneri’nin yirminci yüzyıl başlarında kadının toplumdaki yerini, evlenmenin kadın yaşamındaki rolünü, kadının hayatta evlilik dışında anlamlı bir hayatı olup olamayacağını derinlemesine irdeleyen, feminist sorunlar üzerine eğilen bir roman olduğu vurgulanıyor.

Romanda dikkatimi çeken, sanat, Shakespeare, aşk ve trajedi üzerine bir kaç alıntı ise şöyle:

“En büyük işlerin başarılması için herhalde bir köle sınıfına ihtiyaç vardı.” (s. 50)

“Bu fikirden uzak durmak için, sanatın üstünlüğünü yok saymanın bir yolunu bulacaktı. Dünyanın sıradan insanlar için var olduğunu savunacaktı; sanatın sadece insan yaşamının tepesindeki bir süsleme olduğunu; yaşamı ifade etmediğini. Yaşam için Shakespeare de gerekli değildi.” (s. 50)

“...on kişiden dokuzu aşktan başka bir şey istemediğini söyler; ama ona kalırsa kadınlar, kendi deneyiminden yola çıkarsa, istediğimiz şey bu değil, derlerdi; dünyada aşktan daha usandırıcı, çocuksu ve zalim bir şey yoktur; ama yine de
çok güzel ve gereklidir.” (s.114)

“...asıl trajedi buydu - tabut örtüleri, toprak ve kefen değil; çocuklara zorbalık edilmesi, ruhlarının baskı altına alınmasıydı.” (s. 165)

Virginia Woolf
Deniz Feneri
Özgün adı: To The Lighthouse
Çeviren: Kıvanç Güney
4. Baskı
Kırmızı Kedi Yayınevi
İstanbul
2013
228 sayfa.
Next Post Previous Post
2 Comments
  • Ebru
    Ebru 4 Nisan 2020 14:36

    Merhabalar,

    Virginia Woolf’un kalemiyle ‘’Kendine Ait Bir Oda’’ kitabıyla tanışmıştım ve beni gerçekten çok etkilemişti. Kitaptaki en sevdiğim sözü şuydu: ‘’İsterseniz kitaplıklarınıza kilit vurun; ama zihnimin özgürlüğüne vurabileceğiniz ne bir kilit var ne de bir sürgü, ne de kapatabileceğiniz bir kapı.’’ Kitaptan altını çizdiğim ve kulağıma küpe edindiğim 12 alıntıyı okumanız üzere sizinle de paylaşmayı çok isterim: http://www.ebrubektasoglu.com/yazi/virginia-woolf-kendine-ait-bir-oda-romanindan-kulaga-kupe-yapilasi-12-alinti/

    Sevgilerimle,
    edebiyatla ve sağlıkla kalın.

    • Cavanşir Gadimov
      Cavanşir Gadimov 4 Nisan 2020 14:43

      Bahsettiğiniz kitap okuyacaklarım listesinde. Paylaşımınız için teşekkürler.

Add Comment
comment url

Benzer yayınlar