J. D. Salinger – Gönülçelen (Çavdar Tarlasında Çocuklar)

Amerikalı yazar Jerome David Salinger’in (çoğu yerde ismini kısaca J. D. Salinger olarak görürsünüz) bu romanını bir çok “en iyi kitaplar” listesinde görebilirsiniz. Ayrıca “modern zamanların başyapıtı” olarak da nitelendiriliyor.

Giriş paragrafında “bu roman” dememin bir sebebi var. Yazının başlığında da fark ettiğiniz gibi romanın ismi iki farklı şekilde yer alıyor: Gönülçelen ve Çavdar Tarlasında Çocuklar.

Romanın orijinal ismi The Catcher In The Rye. Türkçe’ye ilk önce Adnan Benk tarafından “Gönülçelen” olarak çevrilmiş ve Can Yayınları tarafından basılmıştı. Daha sonra ise Yapı Kredi Yayınları tarafından çıkarılan ve Coşkun Yerli tarafından romanın ismi aslına daha yakın olarak “Çavdar Tarlasında Çocuklar” olarak çevrilmişti. Adnan Benk romanı İngilizce aslından değil de Fransızca versiyonu olan "L'Attrape-cœurs"den yaptığı dolaylı çevirisinden ötürü kitap Türkiye'de "Gönülçelen" olarak tanınır. Yani aynı zamanda orijinal adından uzak bir isimle.

Türkçe’de romanın isminin iki farklı şekilde yer aldığını gördükten sonra başka dillere nasıl tercüme edildiğini merak ettim. Tabii ilk önce bildiğim dillere ve en başta da Azerbaycan Türkçesi’ndeki tercümesine baktım: “Çovdarlıqda uçurumdan qoruyan” olarak tercüme edilmiş. Baktığım diğer bir dil ise Rusça oldu. Eser Rusça’ya üç farklı isimle tercüme edilmiş yıllar geçtikçe. Kabaca Türkçe şu anlamlara geliyor: “Uçurumdaki çavdar tarlası”, “Çocukluğun çavdar tarlasındaki uçurum” ve “Ekmek tarlasında yakalayan”. Orijinal ismi bir çok tercümana zor anlar yaşatmış anlaşılan.

Kitabın orijinal ismi “The Catcher In The Rye” yine kelime bazında Türkçe’ye “Çavdar tarlasında yakalayan” olarak tercüme edilebilir. Peki bu isim nerede geliyor? Bunu kitapta ana karakterin bir hayalini anlatmasıyla öğreniyoruz.

".... hep, büyük bir çavdar tarlasında oyun oynayan çocuklar getiriyorum gözümün önüne. Binlerce çocuk, başka kimse yok ortalıkta -yetişkin hiç̧ kimse, yani- benden başka. Ve çılgın bir uçurumun kenarında durmuşum. Ne yapıyorum, uçuruma yaklaşan herkesi yakalıyorum; nereye gittiklerine hiç̧ bakmadan koşarlarken, ben bir yerlerden çıkıyor, onları yakalıyorum. Bütün gün yalnızca bu işi yapıyorum. Ben, çavdar tarlasında çocukları yakalayan biri olmak isterdim. Çılgın bir şey bu, biliyorum, ama ben yalnızca böyle biri olmak isterdim. Biliyorum, bu çılgın bir şey."

Kitabın isminin ne anlama geldiğini açıklayan bu sözleri romanın ana karakteri Holden Caulfield (aynı zamanda anlatıcı), kardeşi Phoebe’ye söylüyor. Uçurumun kenarındaki çocukları yakalamanın hayalini kuran Holden, kendisinin de aslında hayatta uçurumun kenarına geldiğini hiç fark etmiyordu.

Holden bize kendi hikâyesini anlatıyor. Başından geçenleri. Ayrıca ergenlik çağında okulundan, ailesinden, arkadaşlarından bıkan bir gencin geçirdiği iç sıkıntıların hikâyesini. Daha bir okuldan atılmıştır. Eve gitmek yerine New York’u dolaşır. Can sıkıntısını gidermeye çalışır. Bunun için de dayanacak birilerini arar.

Okuldan ayrılmasından başlayarak konuşacak birilerini bulmaya çalışır. Canı çok sıkılıyor ve yalnızlık duyduğunu anlıyorsunuz. Yeter ki, birileri ile konuşsun. Bu trende karşılaştığı okul arkadaşının annesi de olabilir. Kadınla konuşurken yeter ki, konuşulacak bir şey olsun diye yalan bile söylüyor. Ancak kadın trenden erken inince yine yalnız kalıyor.

“Yo, evdekilerde bir şey yok,” dedim. “Rahatsızlık bende. Ameliyat olacağım da.”
“Ya? Çok üzüldüm,” dedi. Üzüldüğü de doğruydu. Böyle konuştuğuma hemen pişman oldum, ama ağzımdan çıktı bir kere. “Önemli bir şey değil. beynimde ur var.” (s. 69)

Bu sefer yerleştiği otelde konuşacak birilerini arıyor. Bir arkadaşının verdiği bir kızın numarasını çeviriyor. O da geç olduğunu söylüyor. En sonunda asansörcünün teklifi ve kabul etmesi üzerine odasına bir hayat kadını geliyor. Heyecanla beklemeye başlıyor. Beklerken aklında geçen şeylerden biri de “Gelecek karı orospu olduğuna göre, bilmişin biriydi herhalde, birçok şey öğrenebilirdim ondan, bu da evlenince işime yarardı.” (s. 104) oluyor. Ancak ilk defa böyle bir işe giriştiği için ne yapacağını da pek bilmiyor. Kadın gelince heyecanlanıyor. Onunla yatmak istemiyor, konuşmak istiyor. Ancak kadın bunu garip karşılasa da bir şey demiyor. Yeter ki, parasını alsın.

Okulu, ne yapacağı, ne yapmak istediği konusunda kafası karışık olduğu gibi, cinsellik konusunda da henüz kendisini keşfetme çağında olan bir genç.

“İki yıl oluyor, sapıklıkta beni de bastıran bir kıza rastlamıştım. Malın gözü bir şey! Hoşça vakit geçirdik birlikte, yapmadığımız pislik kalmadı. Şu erkeklik denen şeyi gerçekten anlayamıyorum. Ne yapacağını bir türlü kestiremiyor insan. Kendime göre bir yol çizüyorum, şöyle, şöyle, şöyle davranacağım diyorum, sonra, hemen arkasından, bir de bakıyorum yoldan fırlayıvermişim. Geçen  yıl, kendini naza çeken kızlarla düşüp kalkmamayı koymuştum aklıma. Sen misin böyle düşünen, daha haftasında, ne haftası, hemen o gece, Anne Louise Sherman adından bir ahmak kızla sabaha kadar oynaşıp durdum. Açıkçası, bu erkeklik dalgasına aklım ermiyor benim.” (s. 74-75)

Holden’in anlatmaya başladığı olaylar okuldan atılması ile başlıyor. Çünkü derslerinin hemen hemen hepsinden başarısız olmuştur. Bu atıldığı kaçıncı okul. Kardeşi bunu duyunca “babasının bu sefer onu öldüreceğini” bile söylüyor. Ancak Holden ayrıldığı okulu, okuldakilerin beklentilerinin ve oradaki durumu şu cümlelerle özetliyor ve eleştiriyor:

“Erkek okuluna gitmelisin bir kere,” dedim. “Bir kere dene. Ahmaklar yatağına düştüğünü anlarsın hemen. Senden istenilen tek şey, baş belâsı bir Cadillac alabilecek kadar bilgi toplaman, bir de, futbol takımı yenilince sonsuz acılara gömülmen. Bütün işimiz gücümüz kızlardan, alkolden, yatıp kalkmaktan söz açmak.” (s. 144)

Holden yani aynı zamanda anlatıcı ergenlik çağında, her şeyden bıkmış, her şeyden nefret eden bir dönem geçiriyor. O kadar ki, okuldan atıldığında eve bile gitmek istemiyor, eve gittiğinde (sadece kız kardeşini görmek için) de anne ve babası ile karşılaşmak istemez. Onlar eve döndüğünde ise dolaba saklanır ve sonra kimseye görünmeden evden çıkar. Ancak buna rağmen ebeveynlerini sevmiyor değildir. Okuldan ayrılmadan önce eşyalarını toplarken yüreğinin daralmasına sebep olan sahneyi şöyle anlatıyor:

“Öteberimi yerleştirirken, bir şey tadımı kaçırdı. Birkaç gün önce, anamın gidip kendi elceğiziyle satın aldığı buz patenlerini gördüm. Yüreğim burkuldu. Anamın hali geldi gözümün önüne, Spaulding mağazasına gidişi, bir yığın ipe sapa gelmez soruyla satıcıyı bunaltması . Kadıncağız orada didinirken, ben gene de bir yolunu bulmuş, okuldan kovdurmuştum kendimi. Bir daraldı ki yüreğim.” (s. 62)

Holden’in hikâyesini anlatırken kullandığı dil de farklı. Başkaldıran, ergen ağzı ile olayları anlatıyor. Pineklemek, hergele bozuntusu benzeri kelimeleri kullanıyor. Yukarıdaki alıntılarda çok sayıda örneğini var ancak şu kısımlar da ilginç ve kullandığı dile çok iyi örnek oluşturuyor:

“Pencey’de araklayıcıdan geçilmezdi. Öğrencilerin çoğu kodaman çocuklarıydı ama, gene de okul araklayıcılarla dolup taşardı. Bir okul ne kadar pahalıysa, araklayıcı sayısı da o kadar çok olur –martak geçmiyorum.” (s. 12)

“Duygulanmış ha! Yedi bitirdi bu söz beni. Morrow denilen hergele, duygu bakımından, bir lağım çukurundan beterdi.” (s. 66)

Romanda Hollywood, filmler ile ilgili çok sayıda eleştirel bölüm var. Kitaplar konusunda da Holden düşüncelerini dile getirirken başka bir Amerikan yazar Francis Scott Fitzgerald ve Muhteşem Gatsby romanında övgüyle bahsediyor.

“...The Great Gatsby’yi sevebilir miydim hiç? Gerçekten de severim. The Great Gatsby’ye vurgundum desem yeridir. Gatsby Reis. Koca herif. Bittim ona!” (s. 155)

Sarhoş olduğu kısımda Holden’in yaşadığı bıkkınlık, can sıkıntısı okura da yansıyor ve acımaya başlıyorsun. Çavdar tarlasının kenarındaki uçuruma doğru koşan çocuklardan biri gibidir. Onu “yakalaması” için kime başvurduysa ümitleri boşa çıktı. Bu bıkkınlık, can sıkıntısı, hiçbir şeyi beğenmeme hali en sonunda Holden’e ölümü bile düşündürüyor. Artık öleceğini düşünüyor. Yani artık uçurumun kenarındadır. Onu ise bu uçurumdan bir çocuk, kız kardeşi yakalıyor, kurtarıyor.

J. D. Salinger
Gönülçelen (Çavdar Tarlasında Çocuklar)
Özgün adı: The Catcher In The Rye
Çev: Adnan Benk
Can Yayınları
İstanbul
1995
229 sayfa.

Next Post Previous Post
No Comment
Add Comment
comment url

Benzer yayınlar