Massimo Baldini - İletişim Tarihi

“İletişim sürecinin binlerce yıldan bu yana siyasal iktidarı elinde tutanların denetiminde olduğu gerçeğini göz ardı etmek zordur. İletişim, iktidarı kurmanın ve sürdürmenin vazgeçilmez bir aracıdır. Bu basit gerçek, Batılı toplumlarda demokratik gelişmeye paralel olarak belirli ölçülerde sınırlandırılmıştır ama iletişim araçlarının siyasal iktidarı kullananlar tarafından daha karmaşık yollarla denetlenmesine de engel olunamamıştır.” (Korkmaz Alemdar, 2009)

İletişim tarihinde, insanı, toplumu, yaşadığımız dünyayı değiştiren üç devrim yaşanmıştır. Bunları kısaca yazının icadı, matbaanın bulunması ve telgrafın icadı ile başlayan elektrik ve elektronik iletişim devrimi olarak özetleyebiliriz.

Her bir devrim bazen köklü değişikler getirmiş, bazen de yeni gelen eskiyi ortadan kaldırmıştır. İlk iletişim devrimi yaklaşık M.Ö. 4000 yıllarında yazının keşfi ile gerçekleşmişti. Artık gelişmiş uygarlıklar kuran insan için bilgilerin, değerlerin sözlü kültür ile aktarılması yeterli olmamıştır. Yazı ile daha önce konuşmak, anlatma ve dinlemek için yapılan toplum içi bilgi ve birikim aktarımı artık yazıya dökülmüştür.

Yazının icadı ve gelişmesi hatta günümüzdeki yazı şekillerini alması yüz yıllar sürmüş ancak yazı kültürü sözlü kültürü aniden silmemiş, çoğu zaman iç içe devam etmiştir. Ancak artık toplumda değişen bir şeyler var. Yazı bilen bir zümre, okuma ve yazma bilen bir kesim ortaya çıkmıştır. Bu bir ayrıcalıktır. Yazı ile artık yazmayı ve okumayı öğrenmek için okullar açılmıştır.

Yazının icadı ile artık sadece dinlemek ve böylece kulak en önemli iletişim organı olmaktan çıkmış ve göz, okuma önem kazanmıştır. Yazı ile toplumun birikimleri, destanları gelecek nesillere aktarılabilmiştir. Örneğin dönemin en gelişmiş çivi yazısı ile günümüze kadar ulaşan Gılgamış Destanı yazılı kil tabletler var.

Okuma yazma bilmek, zengin ve rahat bir yaşam sürmeye yarıyordu, bir devlet görevlisinin oğluna yazdığı şu satırlar da bunu açıkça göstermektedir: "Yazıyı annen gibi sev, çünkü o seni günlük dertlerden kurtarıp, ünlü bir kamu görevlisi olmanı sağlayabilir". (s. 26)

Yazının icadı da kendi içinde çok değişime uğramıştır. Piktogramlardan, ideogramlara ve daha sonra da fonogramlara. İlk alfabenin Finikeliler tarafından icadından sonra Yunan ve Latin harfleri geliştirilirken, bugün yaygın olarak kullanılan Latin, Kiril, Arap ve İbrani alfabelerinin temelinin Finike alfabesi olduğunu söyleyebiliriz.

Sesleri temsil eden alfabe harfleri ile artık yazı ve el yazmalı kitaplar dönemini görüyoruz. Manastırlarda rahipler tarafından günlerce süren uğraş ile çoğaltılan kitaplar. Kitaplar daha çok manastır kütüphanelerinde ya da kütüphaneye sahip olma lüksü bulunan varlıklı kişilerin özel koleksiyonlarında bulunuyordu. Zaten kitabın çoğaltılması da masraflı ve uzun bir çaba gerektiren bir işti.

El yazmalı dönemde en önemli görev var olan kitapların çoğaltılarak korunmasıydı. 15. yüzyılda Gutenberg tarafından matbaanın icadı ile ise sadece var olanı çoğaltmak değil, aynı zamanda yeni kitapların da hızlı basımının ve çoğaltılmasının yolu açıldı.

Matbaa, süreli yayınlar, dergi ve gazetelerin ortaya çıkmasını sağladı. Artık toplumda günlük, haftalık bilgi ihtiyacı var. Ekonomik düzen aynı zamanda bilgiye olan, alınıp satılabilen haber ve bilgilere ihtiyacı doğurmuştur. Süreli yayınları, haber ajansları izlemiştir.

Bilgi, kitap, gazete sayısı artarken, bu verilerin zaman ve mekana bağlı olmadan daha hızlı aktarılması ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç sonucu da telgraf icat edilir. Elektrikli telgraf iletişimde üçüncü devrim olarak kabul edilen elektrik ve elektronik devrimin başlangıcı oldu. Telgrafı diğer icatlar takip eder: Telsiz, telefon, fotoğraf, sinema, fonogram. 20. yüzyılın başlarında radyo ve ortasında ise televizyon en nemli kitle iletişim araçları olur. Bunları bilgisayar sistemleri ve internet takip eder.

Bütün bunlar iletişim tarihinin çok kısa bir özetidir. Yazının bulunması ile başlayan, matbaanın icadı ile hız kazanan ve elektrik ve elektronik kitle iletişim araçları ile yaşadığımız dünyanı “küresel köye” dönüştüren bir süreç.

İletişim alanında yaşanan her yeni devrim, her yeni icat bir öncekini tamamen yok etmemiş, ancak önemli ölçüde değiştirmiştir. Yazının icadı ve kitapların ortaya çıkmasıyla kütüphaneler kurulurken, ilk başlarda buralarda yapılan okuma eylemi sesli ve gürültülü bir şekilde gerçekleşiyordu. Sözlü kültürün bir uzantısı ve okumaya halen sesin eşlik etmesini görüyoruz.

Yeni iletişim araçları eskiyi zorlamakta ama ortadan kaldırmak yerine, değiştirmektedir. İki gerçeği göz ardı etmemek gerekir: yeni medya eskiyi ortadan kaldırmaz, ayrıca eski olan da artık önceleri gibi değildir". Ong'a göre, her yıl bir önceki yıla oranla daha çok kitap basılacaktır, ancak bunlar, bilinen tipografik kültür kitaplarından çok farklı olacaklardır. Örneğin, alışılmış, yazarı belli kitapların yerini, elektronik teknolojisinin ürünü olan konuşan kitaplar alacaktır. (s. 99)

Aynı şekilde ilk yazı Mezopotamya’da kil tabletlere yazılırken, Mısır’da ise papirüs kullanılmaktaydı. Daha sonra hayvan derisinde parşömen ve Çin’de Avrupa’ya kadar birkaç yüzyılda gelen kağıt kullanımı var. Belki yazı yazmak için kullanılan malzeme, ya da kitap yapmak için parşömenden kağıda geçen bir süreç olsa da yazı halen insanlığın vazgeçilmezi, kitaplar da önemini koruyor.

Her ne kadar elektronik iletişim ile e-kitaplar çıksa da, basılı kitapların ve süreli yayınların ömrünün az kaldığı iddiaları gerçekleşmesi daha bir kaç asır alır.  Ancak elektronik iletişimin yazmak eylemini, kitapları çok değiştirdiğine şahit oluyoruz.

TOPLUMA ETKİ

Her bir iletişim devriminin getirdiği yenilikler aynı zamanda toplumu da etkilemiş ve değiştirmiştir. Matbaa ile okuma kültürü yaygınlık kazanırken, televizyon ile daha çok bireyler pasif izleyici konumuna gelmiştir. Bunun için televizyon ve kitabın “kavgası” tartışmaları sürekli yapılıyor.

McLuhan'dan Ong'a, Innis'den Havelock'a kadar (salt birkaç isim saymak gerekirse) iletişim alanındaki sorunlarla ilgilenmiş bütün düşünürler, insanların birbirleri ile iletişim kurdukları medyanın, onların düşünüş biçimlerini ve bunun sonucu olarak, doğrudan doğruya yada dolaylı bir biçimde içinde yaşadıkları toplumu etkilediği görüşünde birleşirler. (s. 5)

İnternet ve sosyal medya ile ise özellikle gençlerin her yer ve her zaman kullanabildikleri mesajlaşma, oyun ve diğer uygulamalar da toplumu farklı bir yöne sürüklemektedir. Aslında her bir iletişim aracının getirdiği olumlu yenilikler olduğu gibi, toplumdan alıp götürdükleri de var. Sosyal medyanın bireyleri internet üzerinden sosyalleştirmesine karşın, gerçek hayatta asosyalleştirdiği de savunuluyor.

Kerkhove de televizyonun "dünyaya değil, tüketiciye açılan bir pencere olduğu" görüşündedir. (s. 94)

Televizyon belki toplum ve birey için bir eğlenme, vakit geçirme aracı olarak görülse de onun arkasındaki reklam veren şirketler için ise ürünlerini pazarlama, daha fazla üretme ve daha fazla satma aracı olarak kullanılıyor. Bunun sonucu televizyonlarda bir birinin benzeri programlar, şiddet dozunun her gün daha fazla arttığı filmler ortaya çıkıyor. Peki bu yayınların topluma etkisi nasıldır? Araştırmacılar bu konuda kesin bir görüşe varamasa da Gerbner gibi bilim adamların uzun süreli etkilerinden bahsediyor.


KİTAPLAR VE TELİF HAKKI

El yazmalı kültürde yazarın telif hakkı, kitap çoğaltma konusunda yasal bir düzenleme bulunmuyordu. Bu konu matbaanın icadı ve kitapların artık kitlesel basımı ve satılması ile ortaya çıkmıştır.

“Ne Roma' da ne de Yunanistan'da yazar hakkı diye bir kavram yoktu. Toennes Kleberg'in yazdığı, gibi "bir kitap yazılıp ve bir biçimde dağıtıldıktan sonra hiç kimsenin mülkiyetinde değildir. Oratio publica est: herkes bir kitabı çoğaltabilir ve kütüphanesine dahil edebilirdi". (s. 46)

Demek oluyor ki, yazarın kimliği sorunu ancak basımın sözcüğü ticari bir mal yaparak sözlerin özel mülkiyet oluşu gibi yeni bir bilinç" yaratmasından sonra ortaya çıkmıştır. Tipografik kültürle birlikte, yapıt hırsızlığı bir suç olmuş ve kaynakça göstermek zorunlu hale gelmiş binbeşyüzlerden sonra yazarların başlıca sorumluluğu haline gelmiştir. "Elyazması çağında, bir başkasının yapıtını kopya ederek yaymak övgüye değer bir eylem sayılabilirdi, basım çağında aynı şey dava açılmasına ve tazminat ödenmesine yol açabilir". (s. 68)

Massimo Baldini’nin İletişim Tarihi kitabı dört bölümden oluşuyor: I. Sözlü Kültür ve Belleğin Gücü, II. El Yazmalı ya da Chirografik Kültür, III. Tipografik Kültür, IV. Elektrik ve Elektronik Medya Kültürü.

Yazar özellikle Marshall McLuhan ve Walter Ong gibi bilim adamlarının eserlerinden ve görüşlerinden sıkça yararlanmıştır. İletişim tarihine kısa ancak iyi bir giriş yapmak isteyenler için başlangıç kitabı olarak görülebilir.

Massimo Baldini
İletişim Tarihi
Orijinal adı: Storie della Communicazione
İtalyandan çeviren: Gül Batuş
Avcıol Basım Yayın
İstanbul
2000
120 sayfa.

Next Post Previous Post
No Comment
Add Comment
comment url

Benzer yayınlar